
Çok sevdiğimiz bir yere gittiğimizde eğer döneceğimizi biliyorsak o yer bize çok tat vermez aslında. Ne kadar güzel olursa olsun! İlk vardığımızda o yerin güzelliğine rengine kapılırız elbet. Yani geri döneceğimizi bilsek de pek düşünmeyiz döneceğimiz zamanı...Ya da düşünmek istemeyiz. Esasında hep orada kalmak ve oradaki bütün güzellikleri yaşamak, sahip olmak isteriz...
Mesela havasıyla, suyuyla, doğal güzellikleriyle belki de çektiğiniz deliksiz bir uykusuyla, unutamayacağınız lezzetlerle dolu olan bir yer. Ya da hasretliğini çektiğiniz uzun zaman ayrı kaldığınız memleketiniz....
Velhasıl o yerlere gittiğinizde eğer geri dönüş varsa bu çok da tat vermez insana, hatta dönme zamanı yaklaştıkça eziyete dönüşür döneceğini bilmek. Ne güzelliği kalır ne tadı... Biliyorsun ki ait olduğun yer değildir orası. Sebebi budur belki de... Acaba bundan kurtuluş ait olduğun ve sürekli kalacağın yeri sevebilmek midir? Sevmek midir?
Evet, şöyle düşünüp bakınca dünya hayatı o kadar güzel ki; doğal güzellikleri, denizleri, gölleri, dereleri, ırmakları, havası, güneşi, geceleri ve yıldızları...çeşit çeşit lezzetleri, sevgiler, sevdalar ve evlatlar, anneler, babalar, kardeşler hepsi birbirinden kıymetli değerler...
Düşününce bu kıymetleri, bu güzellikleri bırakıp döneceğini bilmek acı geliyor olsa gerek...
Bir gün döneceğini bilmek dünya-ahiret hayatında da acı veriyor insana ama insan yine dönüş zamanı yaklaşınca fark ediyor bunu!
Geldiğinde unutmamalı insan döneceğini, ait olduğu yere göre yaşamalı, en azından hatırlamalı döneceği yeri sevmeli insan sevebilmeli...
Ölmek de var Dönmek de...